top of page

Sığ Sulardan Derine -1


Günümüz erkekleri olarak hafızalarımızın bir kuytu köşesinde anahtar bir sözcük, hatırlatıcı bir olay aracılığıyla aniden hatırladığımız gereksiz video depoları mevcut.

Önceki nesillerde bu durumun bir benzeri anı veya fıkra olarak ortaya çıkıyordu sanırım. Bu zamanda sosyal medyanın ve 15 saniyeliğine meşhur olan insanlar topluluğunun etkisiyle durum anı ve fıkralardan video arşivlerine doğru ufak ufak kayıyor. Hatta biraz daha düşündüğümüzde bunun erkeklerle sınırlı olmadığını birçok kısa video repliğinin bir atasözü veya deyim gibi bazı olayların ardından pat diye akıllara gelip söylendiğini görüyoruz.

Peki bu durum korkutmalı mı? Yani bir durumun zamanla dönüşmesi korkulacak bir şey midir? Tespiti doğru yapmak, söküğü yerinde yakalamak gerek diye düşünüyorum. Dönüşmesi gereken elbette dönüşecektir. Dönüştüğü son hali sıkıntılı görünüyorsa burada suçlu dönüşümün kendisi olamaz. Dönüşüm vakti geldiyse gerçekleşecektir fakat sonucun ortaya çıkmasına malzeme olan düşünceyi, fikri, duyguyu irdelemek gerekir.

Fikrimce bir dönüşüm sonrası ortaya çıkan sonucun kötü olması halinde irdelenmesi gereken duygu, fikir ve düşünce şunlardır.

Duygu; kibir

Fikir; ben merkezcilik

Düşünce ise Nefsidir.

Bu yazımda kibir üzerine yoğunlaşma niyetindeyim, bu kadar sıkıntı sebebi olduğu aşikar olan fakat saman altından ilerleyen bir duygu daha aklıma gelmiyor. Hani bazı duyguların azı yarar fazlası zarar durumu söz konusu oluyor kibir konusunda öyle bir şeyde yok. Kalpte en ufak yer bulsa cennetten ediyor.

Abdullah b. Mes’ûd’un (ra) anlattığına göre, bir gün Hz. Peygamber (sas), "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez." buyurdu. Bunu duyan bir adam, "Ama insan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır!" deyince, Allah Resûlü (sas), "Allah (cc) güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir." buyurdu. (M265 Müslim, Îmân, 147).

Azından bile bu kadar zarar gördüğümüz bu duygunun varlığı ise oldukça dehşetli ve tüm insanlığın kader kitabının önsözünde vuku buluyor. İlk vücut bulduğu varlık şeytan, ilk karşılaşan mahlukat insan bunu bize duyuran ise bizzat yaradan.

-Meleklere: “Âdem’e secde edin!” dediğimizde İblîs dışındaki­ler derhal secdeye kapandı. İblîs ise direnerek bundan kaçındı, kibir­lendi ve kâfirlerden oldu. (Bakara34)-

İşte filmin en başında ortaya çıkan ve senaristin bize göstere göstere kaçının dediği bu duygu şeytan için nasıl kâfir olma sebebi olduysa bugün bizler içinde cenneti leke farkıyla kaybetmemizde bence açık ara en önde ki sebep olarak duruyor.

Peki bunu yeterince duyuyor, dillendiriyor muyuz? Kaçımız cehenneme gitsen bunun en önemli sebebi ne olurdu? sorusuna kibir diye cevap verebilir. Hikayenin en başında görünmesinden mi yoksa bütün hikayenin arka planına yedirilmiş olmasından mı bilinmez kibir çoğu cehennemin odunuyken müslümanlar için hatrı sayılır derecede gündemde yer bulamıyor kanaatindeyim. Bu tarih boyunca böyle süregelmiş olacak ki bakara suresinde şöyle çarpıcı bir ayet ile düşünüp tutmak için karşılaşıyoruz.

-Hiç şüphesiz biz Mûsâ’ya kitabı verdik ve ondan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık mûcizeler lûtfettik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile destekledik. Ama size ne zaman bir peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmayacağı, hevâ ve hevesinize hizmet etmeyecek hükümler getirdiyse, hemen büyüklük taslayarak, kimini yalanlayıp kimini de öldürüyordunuz, öyle değil mi? (Bakara 87)-

Kibir zehirli hava gibi, tutamazsın, göremezsin, dokunamazsın. Dikkat edersen hissedersin koklarsın. Koklarsan farkedersin zehirli havaya karşı tek çözüm yoktur çöküyorsa bu zehirli hava yükseğe çıkmak gerek bazen olduğun yeri makamı terk etmek demek, çökmüyorda yükseliyorsa bu hava eğilmek gerek her ne gerekse iyi öğrenmek gerek bugüne kadar ilgili kurum ve kişilerden ne zaman kibir hakkında kapsamlı bir makale, kitap, yönerge, ilmihal artık adı ne olursa bizi bu günahlara sebep olan kibirden uzaklaştıracak ve aslında zıddı olan tevazu'ya abone edecek fikir ve önerileri gördüysem çift dikiş okuduğumu ve sizede okumanızı tavsiye ettiğimi söyleyebilirim.

Kibir kibir diyoruz ama aslında şuan da tevazu kavramının zıddı üzerine konuşuyoruz. Bir varlığın kendisi hakkında konuşmak (tevazu) dururken onun yokluğunda meydana gelen durum (kibir) hakkında konuşmak sistematik olarak doğru sayılmaz. Kibir en nihayetinde tevazu dediğimiz kavramın yokluğunu anlatmak için kullandığımız bir kelime.

Işık ve karanlık mevzusunda olduğu gibi karanlık diye bir varlık aslında yoktur, karanlık ışığın yokluğuna verdiğimiz isimdir. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte biz karanlığı ölçemeyiz. Basit bir mum karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar çünkü gerçekte karanlık yoktur, ışıksızlık vardır. İşte bu örnek kalpte en ufak bir kibir zerresi bulunan kişinin cennete girememesinin haksızlık olup olmadığının da güzel bir açıklaması oluyor. Yanlış kavramlaştırmanın akla getirdiği şöyle bir soru var. Kalp 100 parçaya ayrılsa bir insanın kalbinde 1 parça kibir bulunsa 99 parçasında da tevazu yer alsa insan neden cennete giremesin?

Nasıl karanlık bir odada en ufak bir mum yakmamız aydınlığı tüm odaya getiriyorsa, en ufak tevazu bir kalpte zıddını hükümsüz kılıyor. Kalp tektir tevazu ya vardır ya yoktur. Bu yüzden kalbinde en ufak kibir zerresine rastlanan insan aslında kalbinde hiçbir tevazu zerresi taşımayan insan demektir. Bu açıdan baktığımızda zannedersem hadis-i şerifin manası daha bir açık görünüyor. Peki ben neden kibir de kibir diye tüm yazıyı tevazuya değilde yokluğuna ayırdım derseniz en başta söylediğim gibi bu kadar saman altından ilerleyen bir durumu kulaklarda çınlatmak harf harf hece hece günyüzüne çıkarmak istedim. Belki günyüzünde ışık görürde hükmünü kalplerimizde kaybeder.

34 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page